fbpx
Öngösterim Görseli

Sanat tarihini anlama sorunu: Sanat yapıtlarını doğru şekilde nasıl okuruz?

Sanat tarihini anlama sorunu : Sanat yapıtlarını doğru şekilde nasıl okuruz?

Önce, “sanat tarihi” kavramını tanımlayarak başlayalım. Bunun için de ilk olarak “tarih” ve “sanat” kelimelerine bakalım. Sanat tarihinin içindeki tarih, aslında geçmişe dair olayları açıklayan ve kaydeden bir bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır. İngilizcede history, Fransızcada histoire, İtalyancada storia ve sadece İspanyolca’ya aynı şekilde geçmiş olan historia kelimeleri, hem tarih hem de araştırma anlamına gelen Latince historia‘dan gelmektedir. Tarih, bir nevi geçmişe açılan kapıların ardındakileri keşfetmek ve incelemektir. Sanat tarihi bu anlamda sanatın geçmişine bir perde aralayıp, sanatı, tarihin içinden bulup çıkararak irdelemektir. Sanat tarihçilerinin göreviyse, geçmişteki sanat hareketleri hakkında araştırma yapmak ve onu yorumlamaktır. Bir diğer yandan sanat tarihçileri, gelecekte tarih olacak şimdiki zamanın sanatını da yazarlar.

Sanat tarihi, bugün üniversiteler ve müzelerde dünya çapında uygulanan akademik bir disiplin olarak uluslararası alanda kabul edilir. Farklı düşünmek, geçmişe dair sorular sormak, bu soruların cevaplarıyla yetinmeyip daha fazlasını araştırmak, gelenekselleşmiş kalıpları kabul etmeyip geçmişe yeni bir pencereden bakmak, sanat tarihini bir alan olarak meydana getiren temel unsurlardandır.

Günümüzde sanat ve kültür kitaplarının çoğunlukla sadece birer “coffee table” aksesuarı olarak kullanılması meselesi, buruk bir gerçektir. Bu kitaplar büyük ölçüde sosyal medya fotoğraflarını süslemekle yetinir. Aslında bir toplumun derinde olanı kavramasını, gerçek entelektüelliğe ulaşmasını engelleyen bu durumu bireysel olarak kırmak da, yine bizim elimizdedir.

Sanatı yorumlayabilme yetisine sahip olmak, var olanın ötesindeki her şeye sorgulaya-rak bakmayı gerektiren bir görüş biçimi ortaya koyar. Sanat tarihi bilgisi de bu yönden, toplumsal açıdan sadece kendinde olanı değil, diğer toplumları da anlamayı kolaylaştıran kültürlerarası bir köprü görevi üstlenir. Öncelikle insan yaratıcılığında çok büyük bir rolü olan sanat tarihi okuması yapmak, kişinin yaratım gücünü, görsel zekasını ve hümanist duygularını harekete geçirerek toplumda kalıcı bir yer edinmesini sağlar. Bireye kazandırdığı farklı kimlikler -araştırmacı, rasyonel, gerçekçi- sayesinde tarihte yaşan-mış her şeyi sorgulayıcı bir gözle takip etmeyi ve gelişigüzel olguları kabul etmemeyi öğretir.

Elbette sanat ve sanat tarihi hakkında üretilen ve üzerine konuşulan her şeyi bilmek, her şeyi öğrenmek olanaksızdır. Fakat etrafımızda olan biteni anlayarak, keşfederek yaşamak, bilgiye daima aç bir şekilde her şeyi irdelemek ve tartmak, insanın kendisi için yapabileceği en güzel şeydir.

Sanat eserleri doğadan alınan ilham ile insan hayali ve emeğiyle ortaya konan, eşi benzeri olmayan yapıtlardır. Bu bağlamda baktığımızda, örneğin bir müzede veya galeride karşımıza çıkan, hakkında bir şey bilmediğimiz ve üzerine kafa yormaktan da kendimizi alamadığımız sanat eserlerini düşünelim: Bir tablo, bir heykel veya herhangi bir sanatsal çalışma olabilir. Bu yapıtlara nasıl yaklaşırsak onları daha iyi anlayabiliriz?

Sanat tarihinde derinlere inecek olursak, şüphesiz, Gotik eserlerin yaratım sürecine kadar zamanda yolculuk yapmamız gerekecektir. Eserlerin oluşturuldukları zaman dilimi, dönemin sanat ile etkileşimi, sosyal ve ekonomik etkenler ve şüphesiz sanatçının içinde bulunduğu ruh hali ve konumu… Bu unsurların hepsi, tarih boyunca bir sanat yapıtını anlamlandırmada izleyiciye kılavuz olabilecek noktalardır. Şu da bir gerçek ki, bir yapıta bakarken her zaman onun sanat tarihsel kökenini bilemeyebiliriz, ya da böyle bir araştırma sürecine girmenin bizi yoracağını düşünürüz. Ne var ki insani bir dürtü ile, karşımızdaki işin ne olduğuna bağlı olarak esere dair yorumlar yapmakta özgürüzdür. Aslında bakacak olursak, sanata dair her şey zaten imgeyle iç içedir. İmgeye dair her şey de insan algısına hitap eder.  Bu yüzden sanatın tartışmaya açık bir tarafının olduğunu da unutmamalıyız. Sanatın ne olduğuna veya bir sanat yapıtının nasıl okunması gerektiğine dair farklı fikirler hep çeşitli değer yargılarına sahip beyinlerden çıkar. Hiçbirimizin değer yargısı aynı olamaz.

Örneğin Saint Petersburg’dayız ve Hermitage Müzesi’ni geziyoruz. Karşımıza bir anda Tiziano’nun “Danae” tablosu çıktı. Fakat aslında tablonun sanatçısı veya konusu hakkında bir bilgimiz yok. Tabloyu bu şekilde nasıl okuyabiliriz? Elbette doğru okuma için bir bilgi birikimine ihtiyacımız var. Bununla beraber, derin sanat tarihi bilgimiz olmamasına rağmen bir sanatsever olarak önümüzdeki bu tablonun “ne anlattığını” bilmek istiyoruz. Bu durumda şüphesiz, bir araştırma sürecinden geçmemiz gereke-cektir. Yanımızda her zaman bu konuları çok iyi bilen ve bize anlatacak insanlar olmayabilir. Bu noktada bir tabloyu okuyabilmek için öncelikle nasıl araştıracağımızı bilmek gerekir.

Batı sanatına dair yapıtları okurken çoğunlukla elimizde bulunması gereken kaynak, mitoloji ve ikonografiye dair bilgilerden oluşur. Bir genelleme yapacak olursak, 19. yüzyıla kadar karşımıza çıkan işlerin çoğu mitolojik ve ikonografik sahnelerdir. “Danae” örneğimizden devam edelim. Burada Yunan mitolojisinden bir sahne betimi görürüz. Tablonun altında yatan mitolojik hikâye ise şöyledir: Yunan mitolojisinde Danae, Argos kralı Akrisios’la Eurydike’nin -bazı kaynaklarda ise Akrisios’la Aganippe’nin- kızıdır. Argos kralı Akrisios, kendinden sonra tahtını bırakabileceği bir erkek çocuğunun olmamasından dolayı dertlidir. Kralın tek çocuğu Danae’dir. Akrisios bu derdine çare bulmak için bir kâhine gider. Kâhin ise onun hiçbir zaman erkek çocuğa sahip olamaya-cağını ve Danae’nin ise dünyaya getireceği erkek çocuk tarafından öldürüleceğini söyler.

Telaşa düşen kral, kızının herhangi bir erkekle ilişki kurmasını engellemek amacıyla onu çepeçevre tunçla örtülü bir odaya kapatır Ancak Zeus bu zaman zarfında Danae’ye âşık olmuştur. Bu yüzden de Danae’nin yanına girebilmenin yolarını arar. Nitekim Danae için altın yağmuru şeklinde gökten yağarak Danae’yi hamile bırakır.

Modern sanat sürecine kadar eserlerde sıklıkla işlenen mitolojik ve ikonografik konulu sahnelere dair bilgi birikimi, bir yapıtı doğru okumamız için bize kaynak oluşturur.

Rönesans dönemi öncesinde gördüğümüz Gotik sanat, daha çok dini içerikli sahneleri konu etmiştir. Rönesans ve Barok dönemde ise mitoloji ve ikonografi köklü sahneleri sıklıkla görürüz. Resim kadar heykelde de bu tarz içerikleri olan sahnelerin yansımasını fark edebiliriz. Modern sanat dönemine kadar bu tasvirlerin -özellikle dini sahnelerin- devam etmesi fakat bir noktada da giderek azalmaya başlaması söz konusudur. 19. yüzyıl bu anlamda çok önemli bir dönemin oluşumunu bize gösterir. Tarihsel olaylar ve gündelik yaşama dair yenilikler sanata girmeye başlar. Sanayi Devrimi bu değişimin başlamasında birincil konumdadır. William Turner’ın “Rain, Steam and Speed, The Great Western Railway” tablosu üzerinden bunu çok daha iyi anlayabiliriz. Turner, burada klasik resimde alışık olmadığımız türden statik bir resimde bize büyük bir hız izlenimi verir. Resim, aslında yüce kavramıyla ilgili duygusal bir gerilim yaratmak için doğanın ve teknolojinin gücünü birleştirir. Teknoloji ve sanayinin hız kazanması sanat eserlerinin konusunu ve izleyicinin bakış açısını artık farklı bir noktaya taşımıştır. Turner romantisizm sanat akımını temsil eden bir ressamdır ve bu akım birçok kaynağa göre modern sanatın başlangıcına zemin hazırlar. Turner’ın içinde bulunduğu Romantik hareket, bir önceki akım olan Neoklasik hareket ile, tanıklık ettiği olaylar dolayısıyla ayrışır. Bu yüzden tarihi olaylarla şekillenen dönemlerin farkına varmamız, aslında yapıt okumada bize kesinlikle fayda sağlar.

Bunu kavrayabilmek için, özellikle de sanatta modernleşme sürecini takip edebilmek açısından, karşımıza çıkan eserlerin oluşum tarihlerine göz gezdirmek çok önemlidir. Bu farkındalığa sahip olmamız özellikle Romantik ve Realist hareketlere ait eserleri okumamız bakımından kilit bir noktadadır.

Empresyonizmle tam olarak başlayan modern sanata geldiğimizde ise artık “an” ve “duygu” ön plana çıkmıştır. Kendinden önceki akımlara isyan, sanatçıların Akademi ile bitmek bilmeyen mücadeleleri ve kendilerini kabul ettirme çabaları bu süreçte de hız kesmeden devam eder.

Bu anlamda Empresyonist (izlenimci) hareket sanat tarihindeki en önemli akımlardan biridir. Empresyonist bir resmi doğru okumak için öncelikle bu dönem eserlerinin “manzara resimleri” olmadığını kabul etmemiz gerekir. Empresyonist yapıtlar anlardan -izlenimlerden- ibarettir, bu yüzden çoğunlukla açık havada çalışan sanatçılar anları kovalama peşindedir, başka bir sanatsal kaygıları yoktur. Bu açıklamanın pekişmesi açısından empresyonizmi başlatan Claude Monet’nin yapıtlarını düşünebiliriz.

Modernleşmeyle beraber hislerin ön plana çıktığını söylemiştik. Artık sanatçılar var olmak için değil sanatı var etmek için yapıt gerçekleştirirler. Bunu yaparken de çeşitli dışavurumlarla tuvali yırtarcasına vurulan fırçalar, çılgın renk paletleri sanatçıların odağına girmiştir. Şüphesiz, bu süreçlerde ve sonrasında yapılan eserlerde de tarihi olaylara tanıklık edilir. 1. Dünya Savaşı, Büyük Buhran, İkinci Dünya Savaşı derken sanatçılar da bambaşka eserler icra etmeye başlar. Bu anlamda yorum alanının serbestleştiği, beğeni ve haz etmenlerinin artık önemsenmediği apayrı bir sanat anlayışı söz konusu olmaya başlar. Bu sanatsal işler artık okunmak için yapılmaktan çok, kendi dönemlerine dair sosyal, ekonomik ve siyasi başkaldırılarla bütünleşerek özgürce yorumlanmak ve fark edilmek için icra edilir. Yani burada artık bir “yapıt okuması” jestinden söz edemeyiz.

Sonuç olarak toparlamamız gerekirse, sanat tarihinde geçmişten bugüne kadar dönemlerine damga vurmuş sanatçıların eserlerini okumamız için yukarıda bahsedilen unsurlar üzerinden nereden araştırmaya başlayacağımızı bilmek oldukça önemlidir. Yapıta nereden bakılacağını bilmenin de temelini oluşturan araştırma meselesi, her sanatseverin gördüğü yapıtı doğru okuyabilmesine de önemi yadsınamaz derecede katkı sağlar.

Nazperi YILMAZ