fbpx
Öngösterim Görseli

Mart 2024 – Edebiyat, Kültür ve Sanat Programı

EDEBİYAT

  • Simone de Beauvoir, İkinci Cinsiyet
  • Catherine McCormack, Resimdeki Kadın Kadınlar, Sanat ve Bakışın Gücü
  • David le Breton, Hayatı Yürümek: Sakin Bir Mutluluk Sanatı
  • Adam Phillips, İlgi Arayışı

Bu ay ne okuyalım?

Mart ayı, baharı müjdeleyen, yenileyici, sıcak ve huzurlu günlerin habercisi. Tüm bunlarla beraber içinde Dünya Kadınlar Günü’nü de barındıran o güzel ay. Hal böyle olunca da okuyacağımız kitap listesini biraz da kadınlar üzerinden şekillendirmemek olmaz.

Kadın kimdir? Kadın, tarihte her zaman konuşulmuş mudur?

Kadının, erkek egemen bir toplumda konuşulmaya, öne çıkarılmaya başlaması aslında çok yakın bir tarihte gerçekleşir. 1949’da yayımlanan ve dünya feminist hareketinin de başvuru kaynağı aline gelen Simone de Beauvoir’ın –le Deuxième Sexİkinci Cinsiyet eseri, bu alanda en önemli eserlerden biridir.  Beauvoir’ın, İkinci Cinsiyet kitabına ilham olan da eski sevgilisi Nelson ile yaşadıklarıdır aslında. Kitap, de Beauvoir’a ilk feminist yazar olma özelliğini de kazandırır. Simone de Beauvoir eserinde her şeyin ötesinde kadının kimliğini “Kadın doğulmaz kadın olunur” felsefesiyle öne çıkarır. Kitapta kadın ve erkek eşitsizliği üzerinden kadının “ikinci cinsiyet” olarak görülmesini detaylandırır de Beauvoir.  Bunu da kendisi için her zaman öncelik olan kadının özgürlüğü meselesine dayandırarak geniş bir çerçevede ele alır. Belki bir oturuşta okuyup bitireceğimiz o sürükleyici kitaplardan değildir İkinci Cinsiyet. Ne var ki kadın ve erkeğe dair eşitsizliğin ve kadının ikinciliğe içkin hapsoluşunun çok önemli bir temsilidir edebiyatta. Bu yüzden de herkesin kütüphanesinde mutlaka bir “İkinci Cinsiyet” kitabı yer almalıdır.

Günümüzün kadınları, kadınlık efsanesini tahtından indirmekteler; bağımsızlıklarını somut olarak olumlamaya başlıyorlar ama insanlıklarını eksiksiz yaşamayı başarmaları kolay olmuyor.

Simone de Beauvoir

 

Peki kadın, sanatın içinde hep var olmuş mudur? Kadın sanatçı algısı, sanat tarihinde nasıl karşılanmıştır?

Simone de Beauvoir’ın kalemi sayesinde yükselen “kadının gücü” nidaları, sanat tarihinde Linda Nochlin’in 1971 tarihli “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” adlı makalesiyle zirveyi bulur. Nochlin, büyük bir cesaretle kaleme aldığı bu eserle kadınların seslerini her alanda duyurmaya başlamasına vesile olur. Sanatın ve tarihinin eril oluşu, 1970’lere, yani Nochlin’in atağına değin gündemde olmayan bir konudur en nihayetinde. Bu süreye kadar müze koleksiyonlarına ve sanat tarihi kitaplarına baktığımızda, tarih boyunca neredeyse hiç kadın sanatçının yaşamamış olduğu veya yaşamış olsa dahi, sanatsal anlamda bir katkıda bulunmamış olduğunu bile sanabiliriz. Bir noktada feminist kırılma diyeceğimiz o atılımla bazı tabuları yıkan Nochlin sayesinde, kadın hakkında daha çok yazılıp çizilmeye başlanır. Catherine McCormack’in Resimdeki Kadın: Kadınlar, Sanat ve Bakışın Gücü kitabı ise, tam da kadının kimlikleriyle beraber tarih boyunca estetik ve güzel olarak gördüğümüz birçok imgeye farklı bakmamızı sağlayan bir perspektif sunuyor. Kitap, McCormack’in pandemi karantinasında ele aldığı ve birçok şeyi aynı anda sorgulamaya başladığı anlarında yazılıyor. Burada yazar, sanatın ta kendisine eğilerek, resimler üzerinden kadını ele alıp, kadın imgesini detaylandırmaya çalışırken popüler kültürü de içine entegre ediyor. Kadının kimlikleri üzerinden bölümlere ayrılan kitapta, kadını; Venüs, anne, bakire gibi kategorilere ayırarak örneklendirdiği gibi femme fatale dediğimiz bakış açısından da değerlendiriyor. Tüm bunları yaparken de kadını “bakılacak bir imge” olarak görüyor.

Resimdeki Kadın’ı önermemdeki neden, kitabın kadını ve sanatı herkesin beğenisine dahil edecek kusursuzluk penceresinden seyrettirmeyip, zorlayıcı ve sınırlayıcı arketiplerden sıyırarak okuyucuyu daha yenilikçi ve özgür bakmaya davet etmesi aslında. Günümüzde her ne kadar kadın konuşulmaya başladıysa da, hala bu konuda birçok şeyin az ve söylenmemiş, eksik olduğunu düşünüyorum.

 

Yürüdüm diri, ılık solukları uyandırarak

Renk renk taşlar

Baktılar, kanatlar kalktı sessiz.

Arthur Rimbaud, Şafak

Yürümeye başladığında, nereye varacağını da düşünür mü insan? Her daim gidilecek bir yer var mıdır? Yürümeye başlayan insan, vardığında da aynı kişi midir?

Yürüyüş, zihnin içine yapılan bir yolculuk, hayatı değerlendirmede gerekli bir dönemeçtir. David le Breton’un Hayatı Yürümek (Sakin bir Mutluluk Sanatı) eseri, hayatı iyisiyle kötüsüyle bir yolculuk olarak gören herkesin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Le Breton’un “Yürümeye Övgü” eserinden sonra “Hayatı Yürüme”, farklı pencerelerde ele alıyor hayat meselesini. Kitabında le Breton, uzun bir yürüyüşün aynı zamanda macera, fiziksel başarı ve aslında bir manzara değişikliği olduğunu söylüyor. Yürümenin, yani hareketsiz kalmayarak hayatın akışı içinde olmanın önemine değinerek, beden aracılığıyla manevi bir keşfe çıkmanın acı tatlı taraflarıyla okuyucuyu yüzleştiriyor. Kitabında birçok yazardan örnekler de veriyor le Breton. Özellikle geçen ay listeye eklemiş olduğum Matsuo Bashō’nun “Kuzeye Giden İnce Yol” eseri ile kurduğu ilişki benim çok hoşuma gitti. Bashō, hastalığına ve çektiği acıya rağmen yürüyordu anlatısında. Çünkü yürümeyi bir yolculuk olarak, hayatın bir parçası içine dahil ediyordu. Japonlar, olayların ve insanların sürekli olarak değişimine, aynı kalmayışlarına ve başkalaşım halinde olmalarındaki o canlı hisse bile bir isim takmışlardı: Mujō. Burada yolculuğun içinde yaşananların sürekli değişim içinde olduğunun da vurgusu yapılıyor aslında.

 

“Yürümek içimizdeki kaosa yeniden düzen vermektir, gerilimi kaynağını ortadan kaldırmasa da kişinin ona olan bakışını değiştirmektir.”

 

Sizi neyin ilgilendirdiğini ve neyin ilgilendirmediğini bilmeniz korkunç derecede büyük önem taşır.”

Gertrude Stein, “What is English Literature”

 

İlgi nedir? Neye ilgi duyduğumuz her zaman net midir? İlgi, meraktan mı doğar?

“İlgi arayışı diğer her şeyin yanı sıra daima bir sevgi testidir ve bu şekilde görülmelidir” diyor Adam Phillips. Phillips, kalemiyle hayatlara dokunan, her eserinde beni hayata dair birçok yerden sorgulatan bir yazar. İlgi Arayışı, Phillips’in tek bir kavramdan yola çıkarak ilginin tarihinin aslında hayat içerisinde kendimize oluşturduğumuz kimlikle de bağlantılı olduğunun altını çiziyor. Neye ilgi duyuyorsak o olduğumuzu, ama bunun değişebileceğini ve farklı yerlere yönlendirilebileceğini de işleyen kitap; ilgiyi, utanç duygusu, benlik ve dikkat dağınıklığı gibi kavramlar üzerinden irdeleyerek belki de daha önce bakış açımızı hiç yöneltmediğimiz en derin ilgi köşelerine bizi çekiyor.

Kitabın ilk kısımlarında Phillips ilgi kaybından, ilgiye yönelik ihtiyaçlardan bahsediyor. Bu kısım aynı zamanda Freud’un rüya analizlerine de bir noktada bağlanıyor. Çünkü rüyalar, bilinç altındaki ihtiyaçlarımızı ve ilgi açlığımızı depoladığımız bir alan olarak, dikkatimizi neye verdiğimizi bize gösteriyor. İlerleyen kısımlar, az önce bahsettiğim utanç, ilgi, ilgisizlik kavramlarının üzerinde gezinerek, bu duygular arasında köprü kuruyor. “İlgideki Boşluklar” adlı bölüm ise bence kitabın en ilginç bölümü. Burada, ilgi ile dikkat dağınıklığı arasındaki bağlantıdan beslenen Phillips; Jane Austen, James Baldwin, Samuel Johnson, Laurence Sterne gibi yazarları da dahil ederek edebiyattan referanslarla metni akıcılaştırıyor.

Sayfaları çevirdikçe merak ettiren, bir çırpıda okuyup bitirebileceğiniz İlgi Arayışı, özellikle günümüzde dikkat dağınıklığı çeken, neye odaklanacağı konusunda sorun yaşayan birçok insan için oldukça ufuk açıcı bir kitap.

Bu ayki okuma listesinden umarım sizler de kendinize uygun kitapları seçer ve okumaktan keyif alırsınız.

MÜZİK KEŞFİ

  • Birileri, Yüzünde Taşlar
  • Hande Mehan, Teoman, Soluklan Dudaklarımda
  • Florence + the Machine, The xx, Jamie xx, You’ve Got the Love

KONSER

  • Ayşe Sicimoğlu Quartet, geniş ve renkli repertuarıyla 8 Mart’ta Zorlu PSM’de dinleyicilerle buluşuyor.

 

  • 9 senedir İstanbul’da yaşayan, Latin, pop ve R&B türlerini harmanlayarak kendine has yorumlayan Kübalı şarkıcı Solanch de la Rosa, 26 Mart tarihinde Zorlu Touché’de sahnede.

 

  • Maurice Ravel’in “koreografili senfoni” olarak tarif ettiği Daphnis ve Khloe eseri, Antik Yunan yazar Longos’un II-III. yüzyıllarda yazdığı tahmin edilen aynı adlı hikâyeden ilham alarak oluşturulmuş bir yapıt. Hikâye, pastoral anlatının ilk örneği olarak kabul edilerek, resim, müzik, edebiyat alanında birçok isme yüzyıllar boyunca ilham kaynağı niteliğindedir. İzlenimcilik akımına bağlı armonilerle zenginleştirilen eser, Şef Aziz Shokhakimov yönetimindeki Tekfen Filarmoni ile Şef Masis Aram Gözbek yönetimindeki Magma Filarmoni Korosu tarafından seslendirilecek. 28 Mart’da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda dinleyicilerle buluşacak eseri, Merve Dizdar’ın anlatımı ile aktarılacak.

OPERA

  • İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin Mehmet (Maometto II) Operası, romantik dönem opera literatürünün en önemli bestecilerinden Gioachino Rossini ve librettist Cesare della Valle tarafından kaleme alındı. 27 Mart tarihinde AKM Türk Telekom Opera Salonu’nda dinleyicilerle buluşacak olan opera, Türklerle ilgili operalar içinde en ses getiren eserlerden biri olarak tarihte yerini alıyor.

 

 

 

DANS

  • İDOB Modern Dans Topluluğu MDTistanbul, Winterreise (Kış Yolculuğu), Avusturyalı besteci Franz Schubert’in bestelediği, Alman şair Wilhelm Müller’in kaleme aldığı 24 parçalık şiir dizisi olarak Modern Dans Topluluğu İstanbul’un ve bariton Kevork Tavityan’ın yorumuyla sahneye taşındı. Eser, 5 Mart ve 2 Nisan’da Atatürk Kültür Merkezi Tiyatro Sahnesi’nde seyirciyle buluşuyor.

SİNEMA

  • Denis Villeneuve’ün yönetmenliğinde uzun zamandır beklenen Dune: Çöl Gezegeni İkinci Bölüm, 1 Mart’da Türkiye’de vizyona giriyor. Müziklerini Hans Zimmer’in üstlendiği filmin kadrosunda; Timothée Chalamet, Zendaya, Rebecca Ferguson, Josh Brolin, Austin Butler gibi aktörler yer alıyor.
  • 5 dalda Oscar adayı olan The Holdovers, bir lisede 1970’i 1971’e bağlayan yılbaşı tatilini okulda birlikte geçirmek zorunda kalan öğretmen Paul, aşçı Mary ve uçarı öğrenci Angus’ın hikâyesini anlatıyor. Film, 8 Mart’da vizyona giriyor.
  • ve 20. yüzyıl Polonya kırsalında geçen The Peasants (Köylüler) filminde bir köylü kızı olan Jagna’nın başından geçenler konu alınıyor. DK & Hugh Welchman yönetmenliğindeki film, 22 Mart tarihinde vizyona giriyor.

TİYATRO

  • Bir baba-kızın yaşam ile ölüm arasındaki karşılaşmasını konu alan Balina, 11-12,23 ve 24 Mart tarihlerinde Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde.
  • Umudun ve vazgeçmemenin hikayesi Kuşları Bile Vurdular, 13 Mart’da Kadıköy’de Eylül Sahnesi’nde.
  • İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunu Bella Figura, 22-23 Mart tarihlerinde AKM tiyatro salonunda.
  • Yetimhanede beraber büyümüş ve bir gün sanal kimliklerinin çalındığını fark eden Daphne ve Adam’ın hikâyesini konu alan Kim Bu Ben, 6 Mart’da Moda Sahnesi’nde, 19 Mart’da ENKA Oditoryumu’nda, 21 Mart’da ise Fişekhane İstanbul’da seyircilerle buluşacak.
  • Türk resminin öncü kadın ressamlarından biri Hale Asaf’ın İstanbul’da başlayarak İtalya, Berlin, Paris’e uzanan sanat yaşamının konu alındığı, hayat arkadaşı Antonio Aniente’nin gözünden seyredeceğimiz bir oyun olan Hale Asaf-Yalnız Bir Ruh, 9 ve 16 Mart tarihlerinde Asmalı Sahne’de izleyicilerle buluşuyor.

Hale Asaf kimdir?

33 yıllık ömrüne eşsiz yapıtlar sığdıran, Türk resminin en önemli kadın sanatçılarından biridir Hale Asaf. Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan ilk kadın ressam Mihri Müşfik Hanım’ın da yeğenidir aynı zamanda. 1919 yılında Asaf, ailesiyle Roma’ya, teyzesi Mihri Müşfik Hanım’ın yanına giderek ilk resim derslerini alır ve burada İtalyanca öğrenir. 1920’de ise Paris’e, Montparnasse’a giderek, Çallı Kuşağı ressamlarından Namık İsmail’in öğrencisi olur. Asaf, sanatını ziyaret ettiği Avrupa şehirlerinden de besler. Özellikle sanatçının Paris’de kaldığı son yıllarda gerçekleştirdiği tablolar genelde kadın temalı tablolardır.

Hale Asaf’ın zor bir hayatı olmuştur. Birden fazla sağlık problemiyle uğraşır hayatı boyunca sanatçı. Yaşamının son yıllarında ağırlaşan rahatsızlıklarının Asaf’a yüklediği ruh hali eserlerine de yansır. Hatta bu dönemde gerçekleştirdiği bazı çocuk temalı tablolar vardır, bunların kendi çocukluğuna dair imgelerden oluştuğu da ileri sürülebilir.

1931 yılı sonlarında Paris’de ameliyat olur.  Bu sırada, İtalyan edebiyatçı Antonio Aniante ile tanışır,  Aniante’nin Paris’te kalma teklifini de kabul eder ve bir süre sonra beraber yaşamaya başlarlar.

Hale Asaf’ın 1938’deki vefatından sonra eserlerinin büyük bir kısmı Aniente’de kalmıştır. Resimlerin bir kısmı 2. Dünya Savaşı sırasında kaybolur, geri kalanların da Türk koleksiyonerlere satıldığı bilinir. 21. yüzyılın başlarında yapılan bir araştırmaya göre sanatçı, 21 portre gerçekleştirmiş, bunlardan da sadece 10’u günümüze gelebilmiştir.

SERGİ

  • TATE koleksiyonu Artİstanbul Feshane’de! Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesindebaşlıklı sergi 19 Mayıs’a dek açık kalacak!

 

  • Güncel teknolojiler ve dijital kültürün sanatçıların düşünce ve üretim biçimlerine nasıl yön verdiğine odaklanan sergi Zamansız Meraklar, 11 Ağustos’a dek İstanbul Modern’de görülebilir.

 

  • Varlık ve yokluk, hafıza ve unutma, boşluk ve beden gibi ikilikler çevresinde oluşan KendiGölgesinde başlıklı grup sergisi, ziyaretçileri zihinsel oyunlar canlandırarak gölgede kalanı aramaya, kendi düşünsel ve duygusal benliklerinde bir yolculuğa çıkmaya davet ediyor. Sergi, 7 Nisan’a dek Arter’de görülebilir.

 

  • İstanbul’un ilk Art Nouveau yapısı Casa Botter, restorasyondan sonra eşsiz sergilere ev sahipliği yapıyor. “Botter Sergileri” serisinin ilki olan Solo Botter: Selma Gürbüz sergisi, Selma Gürbüz’ün farklı dönemlerinden karakteristik çalışmalarını bir araya getirerek sanatçıyı ve onun dünyasını gözler önüne seriyor. Sergi 14 Nisan’a dek Casa Botter’de görülebilir.

PODCAST

Daha önce Dior Talks podcast’ine ev sahipliği yapan İngiliz sanat tarihçisi ve küratör Katy Hessel’in birkaç sene önce başlattığı The Great Women Artists, her bölümde önemli bir kadın sanatçının yeni bir sanatsever konuk ile tartışıldığı bir podcast kanalı. Son bölümünde Barbara Kruger’i konu alan Hessel, önceki bölümlerinde de Berthe Morisot, Yayoi Kusama gibi sanat tarihinin önemli kadın sanatçılarını programında tartışmış. Bu podcast kanalının bir de aynı isimde bir Instagram hesabı var. Kadınlar Günü’nü de kutlayacağımız bu ay, sanatseverlerin ilgisini çekeceğini düşündüğüm, İngilizce dinleyebileceğiniz bir podcast olarak öneri listesinde yerini aldı.

 

Bir kültür, sanat ve edebiyat podcast’inden çok daha fazlası olan Anlatsam Roman Olur, kültürün içinde olduğu her alanı tartışıyor. Sanat ile edebiyatı harmanlayarak kültürel konuları tartışan ve güncel haberlerle edebiyat söyleşilerine de bünyesinde yer veren, alanda ilgili herkesin takip edebileceği Türkçe bir podcast kanalı.

Hazırlayan: Nazperi YILMAZ