Heykel Sanatçısı Dilşad Akçayöz ile Söyleşi

dilsadakcayoz1

HEYKEL SANATÇISI DİLŞAD AKÇAYÖZ İLE SÖYLEŞİ

 

Heykeltraşlık, zamanın ve mekânın ötesinde bir dil. Kimi zaman bir taşın sertliğinde, kimi zaman metalin parlaklığında hayat bulur. Bu sanatı icra edenler ise elleriyle değil, ruhlarıyla şekillendirirler eserlerini. Biz de bu büyülü dünyanın kapılarını aralayıp, heykelleriyle duygulara dokunan ünlü heykeltıraşla bir araya geldik. Gerçeklik ve hayal gücünün kesiştiği noktada, zamana meydan okuyan heykellerin hikayelerini, yaratım sürecinin derinliklerini ve eserlerinin izleyiciyle kurduğu benzersiz bağları keşfetmek için bu özel söyleşiyi kaçırmayın.

 

  1. Heykellerinizde ne ölçüde gerçeklik ve ne ölçüde hayal gücü yer alıyor? Bu iki unsuru dengelerken nasıl kararlar alıyorsunuz?

 

  • Yarattığım heykellerin tamamının yola çıkış noktası gerçekliktir. Ruhumu harekete geçiren gerçek duygular üzerinden yaptığım, mümkün olduğu kadar fazla katmanda yolculuğun ev sahibi zihnimdir. Burası benim için sonsuz özgürlüğün hakim olduğu gerçek bir atölyedir. İşte hayal gücü bu özgür alanda sürece dahil olur ve ev sahipliği yapar. Aslında ölçülmesi pek mümkün olmayan bir birlikteliktir. Yola çıkmama sebep olan anlam ve kavramları alıp derinliklerde keşfetmeye çıkarım. Bu keşif hayal gücü dediğimiz diyarda gerçekleşir. Elbette bu diyarın sınırlarının genişliği teknik ve kuramsal bilgiyle sürekli genişler.

 

Gerçeklik ve hayal gücünün birleşimi eserlerinize derin bir boyut katıyor. Peki, bir heykelin izleyiciye dokunması veya hissedilmesi eserin anlamını nasıl değiştirir? Heykelin “dokunsal manzumesi” hakkında düşünceleriniz nelerdir?

 

  • Heykel sanatı benim konuşma biçimimdir. Sözümü zamana, mekanlara ve kitlelere adamam. Yaratıcısı ben olsam da heykel yaşamını sürdürür. Benim evrene söylemek istediğim sözün elçisidir daha çok. Ancak o elçiyi kimin ne şekilde anlayacağı yapıt ve izleyici arasında geçer. Ben çoğu zaman (sergi süresi hariç) bu ilişkiye müdahale etmem. Yaratı ve üretim sürecimde tam konsantrasyon ve doğru duyguyla dokunmak benim için çok önemlidir. Belki de benim üretim anlayışımın bir kanunu gibi diyebilirim. Dokunduğum duyguyu somut olarak bir renk gibi düşünürsek, benim x yapıtta ki duygum mavi ise, mavinin binlerce tonu vardır. Dolayısı ile yapıt ve izleyici arasında kurulan sohbetin hangi tonda olduğunu bilmem mümkün değildir. Bunu sadece gözlemleyebiliriz ve ya geri bildirimlerle tanımlamaya çalışabiliriz. Heykelin dokunsallığı çok geniş bir konudur. Bazı yapıtlarımda izleyicinin fiziksel olarak dokunması ilgimi çekerken, bazı yapıtlarımda ise dokunulamaması duygusunu yaratmak isterim.

 

Dokunsallık konusundaki bu hassasiyetiniz çok ilginç. Peki, eserlerinizin zaman içinde doğal süreçlerin etkisiyle değişmesini veya evrim geçirmesini bilerek tasarlar mısınız? Bu durum yaratıcılığınızı nasıl şekillendiriyor?

 

  • Esasen tam olarak kalıcığı önemseyerek çoğunlukla dayanıklı malzeme tercih ediyor ve teknik olarak da dayanıklılığı düşünerek üretiyorum. Yapıtlarımdaki hassas ve kırılgan biçimleri düşlerken kendimi oldukça özgür bırakıyor olsam da benden sonra özellikle mermer gibi ağır olan malzemelerden ürettiğim yapıtın taşınma, yer değiştirme gibi ve ya açık alanda iklim koşullarının değişkenliğini düşünerek tedbirler alıyorum elbette. Ancak bağlam olarak son zamanlarda ürettiğim yapıtların benden sonra da yaşamalarını hayal ediyorum. Bu konu yapıtın anlamı ile de ilgili aslında. Ancak zihnimde kendi ürettiğim ve zamanla ve ya müdahale ile yok olmasını düşlediğim işler de yok değil. Bu geçicilik ve yok olmasını istediğim bir anlamın sebep olduğu bir yapıt olmalı.

 

Dayanıklılık ve kalıcılık konusundaki bu düşüncelerinizden yola çıkarak, heykellerinizin doğasını bir müzik parçası ile tarif etmeniz gerekseydi, hangi enstrümandan ya da müzik parçasından ilham alırdınız?

 

  • Yapıtlarımın tamamını aynı müzik ve ya enstrümanla karşılık bulmayacak bir cevap benim üretimim için söz konusu değil. Çünkü başlıklar altında toparlayabildiğim dönemlerim ve konularım var. Müzik ciddi bir besin benim için ve ciddi anlamda çok çeşitli dinlemeler ve hatta o müzik yapıtına dair araştırmalar yapmayı seviyorum. Bazı yapıtlarım daha çok sanki Türk Sanat Müziği ile karşılık bulabilir ve yarattığım yapıtla sohbete tutuşabilir. Bazı yapıtlarım bir kanun taksiminde karşılık da bulabilir.  Fakat daha ziyade çok sesli bir orkestra gibi sert ve yumuşak seslerin bir aradalığı gibi çok tonlu ışık ve gölge kontrastları ile yaratılmıştır. Kendine ait bir kontrast dengem – aralığım olduğunu söyleyebilirim. Ancak üç yıl önce yaptığım ‘ Aklımda bir söz vardı ’ isimli sergim tümüyle Onno Tunç ‘un bestelediği ve Sezen Aksu’nun seslendirdiği ‘Bin dokuz yüz kırk beş’ ve ‘ Bir Çocuk sevdim’ eserleri ile karşılık bulur gibiydi. Serginin anlamı ile bu müzik yapıtlarının anlamının ilginç bir paralelliği olduğunu farketmiştim.

 

Müziğin eserleriniz üzerindeki etkisi gerçekten büyüleyici. Peki, heykel çalışmalarınızda kullandığınız farklı malzemelerin kendi içsel hikayelerinin ve kimliklerinin olduğunu düşünüyor musunuz? Bu malzemelerin tarihçeleri, dokuları ve doğal özellikleri, eserinize nasıl bir anlam ve derinlik katıyor?

 

  • Anlam – biçim ve malzeme aslında bir sac ayağı gibidir. Anlam biçimi, biçim de malzemeyi çağırır. Fakat kalıcılık bağlamı, yani yapıtımın yaşamaya devam etmesi, sözüme elçiliğini sürdürmesini önemsiyorum. Bu adeta varoluşumun bir parçası gibi. Bir gün maddesel olarak hiç bir parçamın kalmayacağı bir dünyaya garip bir şekilde duygu ve ürettiğim anlamları, dolayısı ile yapıtlarımın benden sonra bilinmez bir tarihe kadar yaşamasını arzuluyorum. Bu bağlamdan bakarsak malzeme seçeneği aslında hiç de az değil. (Bronz, metal, ahşap, plastik … vb.) Ancak benim ruhum ile mermerin birlikteliği çok daha uyum içinde. Mermer çok uzun zamanda doğada oluşan bir yapı. Ondaki duyguyu hiç bir malzemede bu kadar iyi hissedemiyorum. Soğuk görünen sert yapısının içinde, iyi bir iletişim ve aslında zorlu bir biçimlendirme serüveni ile dönüşümü beni heyecanlandırıyor. Hem kendi kimliğini ve kuvvetini koruyor hem de arzu ettiğim sözü söylemem için bana izin veriyor. Zor olana karşı taşıdığım çekim mermerde karşılık buluyor ve ciddi bir saygı hissettiriyor.

 

Mermerle olan bu özel ilişkiniz oldukça etkileyici. Peki, eserlerinizde mekan ve yerleştirme nasıl bir rol oynuyor? Bir heykelin yerleştirileceği çevre yaratım sürecinizde ne kadar belirleyici oluyor?

 

  • Bu biraz karmaşık bir konu aslında. Mekana özgü tasarlanmış sanat yapıtları olduğu gibi mekansızlıkla daha doğrusu mekansal olarak aidiyeti yapıt üretilmeden önce ve sonra belirsiz olan işler mümkün. Bahsettiğimiz şey bir mekana ait bir sipariş değil ise yapıtın mekanla kurduğu- kuracağı anlam durumu değişiyor. Günün sonunda sanat yapıtını satın alan koleksiyonerin kararına kalıyor daha çok. Fakat bu noktada ben heykelin benden sonra ilk yerleştirileceği mekan ihtimallerini mümkünse bilmek ve dahil olmak eğiliminde oluyorum. Zaten sergilenme konusu bambaşka dinamiklere sahip oluyor. Maalesef ülkemiz bu konuda çok eksik kalıyor hala. Sanat yapıtlarının dükkanlara tıka basa doldurulduğu galeri mekanları ve sergiler çok karşılaşılan bir şuursuzluk bana göre. Ancak bu gün Türkiye’de çok az sanat galerisi kocaman bir mekanda tek bir işle sergi fikrine açıktır. Tabi ki her ihtimalde de yapıtın yerleştirilmesi ve mekan ilişkisinden çok, güvenli ve profesyonel olarak sanat yapıtı taşıma ve yerleştirme işini yapan doğru dürüst bir sistem çalıştığını düşünmüyorum.

 

Bu unutulmaz söyleşi boyunca, Akçayöz’ün sanatının derinliklerine doğru bir yolculuğa çıktık. Gerçeklik ve hayal gücünün dansı, heykellerin olağanüstü dünyasında bize eşlik etti. Sanatçının duygu yüklü eserlerini şekillendirirkenki tutkusuna ve yaratıcılığına tanık olduk. Sadece taşın ve metallerin ötesine geçen bir anlam taşıyan heykelleri; adeta duyguların döküldüğü bir şiir gibiler. Bu söyleşi, kendisinin sanat yolculuğunun sadece bir kesiti olsa da, heykel sanatının büyüsüne bir pencere açmayı amaçlıyor. “Heykeltraşlık, duyguların taşa, metale ve diğer malzemelere dönüştüğü bir konuşma biçimi” ve biz de bu konuşmayı dinlemek için buradayız.

 

 

Söyleşi: Nazperi Yılmaz